Eğitimler

Sanat’ın Diliyle Uygarlık Tarihi

14 haftadan oluşan ve her biri 2 saat olacak bu seri, akademik içeriğe tabii olmakla birlikte alışılageldik bir ders kitabı, Sanat Tarihi ya da Uygarlık Tarihi anlatısı olmayacaktır.

İnsanoğlunun tarihsel yürüyüşünde sanatın rolü, kişilik/kimlik/ruh ekseninde işlevselliği irdelenmeye çalışılacaktır.

İnsanın sanatı değil, sanatın insanı ‘yapışı’ işlenecektir. Uygarlık, kemâle varmak; olgunlaşmak, insanlığın künhüne/zarafetine varmak ise; bu kurs bize bu iddia ve ihtiyacı -tekâmülün keyfini/safâsını/lezzetini- hatırlatacaktır.

Uygarlaşmanın boyutları insan ve toplum bilimlerinin arkaplanında disiplinler arası bir yaklaşımla öykülendirilecektir. Kadim bilgeliğin metafiziksel ögelerinin izdüşümünde…

Kavramlar, kuramlar, süreçler kadar sanat ahlakı, estetik kadar etiği üzerinde durulacaktır.

Sanatın kendini dışavurduğu başlıca şubeleri, özündeki ontolojik felsefesi, coğrafyaları gezişi, zaman içindeki serüveni, gelenekten açılımla geleneğe varışı hep interaktif biçimde tartışılacaktır. Peki ya bugün?

Bugün sanat/uygarlık var mı?

Açmazları ve açılımları ile 21. yüzyıl insanının böyle bir derdi var mı? Biraz fikir alışverişinde bulunmaya var mısınız?

Prof. Mim Kemal Öke

Kaatı’ (Kağıt Oymacılığı)

“ Sabrın Kağıtta Sınanması “

Sözlük anlamı kesmek olan kaatı’ klasik Türk kitap süsleme sanatlarında kağıt veya deri oyma olarak bilinir. İncelikten yeni bir incelik yaratma sanatıdır bir bakıma. Kağıtta  sabrını deneyen kişilere ise katta’ adı verilir.

Kaatı’; diğer tezyini sanatlarda olduğu gibi sabır isteyen bir sanat dalıdır. Kaatı’ eserler, kağıt veya deri üzerine çizilmiş yazı veya motifin özel bir keski ile oyularak başka bir zemine yapıştırılması ile oluşur. Oyulup çıkarılan motife “ erkek “, içi oyulan motife “dişi” adı verilir. Aherli, ebrulu, bitkilerle boyanan kağıtlar, oyulacak motifler için uygundur. Oyulan motifler; su ve nişasta karışımından oluşmuş, “muhallebi” adı verilen özel bir yapıştırıcı ile yapıştırılır. Bu malzemelerin beraberliğinden,  seyrine doyum olmayan güzellikler yaratılır.

Kağıt oymalar; eski cilt kapaklarında, albümlerde, el yazmalarında, murakkalarda, hat levhalarda, bahçe tasvirlerinde ve yazı çekmecelerinde hayat bulur. Tarihte önemli örnekleriyle karşımıza çıkan kağıt oymacılığı Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde parlak dönemler yaşamıştır. XVI. yüzyıldan günümüze gelişerek ulaşmış, her çağın anlayışında kendisine yer bulmuş bir sanattır KAATI’. XVIII.yüzyılda diğer tezyini sanatlarla birlikte unutulmaya yüze tutan sanatı tekrar hayata geçiren ise; merhum ORD.PROF. DR. A.SÜHEYL ÜNVER olmuştur. Günümüz kaatı’ sanatı icracıları, Süheyl hocanın tedrisatından geçenler ve onların yetiştirdikleridir.

Günümüz kağıt oymacılığının temsilcileri, sayıca az da olsalar, Süheyl Ünver hocanın çizdiği yolda, sabırla çalışmalarını sürdürüyorlar. Geçmişten geleceğe gidecek mirası, günümüze ait dokunuşlarıyla zenginleştirerek …

Dürdane Ünver

Minyatür

Daha çok el yazması kitaplarda ışık, gölge ve boyut verilmeden metni açıklamak, konuyu ve ayrıntılarını betimlemek için çizilen minyatürü, Türkler Orta Asya’da Uygur’lardan öğrendiler.

IX-XII. yy.’lar tarihlenen Orta Asya’da Turfan, Kızıl, Kuça gibi Türk Şehirlerinde Budizm ve Mani dini etkisinde oluşan Türk Minyatürü, Anadolu’ya kadar süren göç sırasında zenginleşerek gelişti.

Osmanlı döneminde doruğa ulaşan bu sanat Orta Asya’dan Anadolu ‘ya çeşitli uygarlıkların etkisinde ilginç bir süreç yaşadı Türk Minyatüründe tipler, portreler genellikle yuvarlak yüzlü ve çekik gözlü çizilir. Bu tipleme doğrudan Uygur resminin etkisini gösterir.

İran minyatüründe de benzer tiplemelerin görülmesi, İran minyatürü üzerinde Türk etkisiyle açıklanır. Gerçekten de Abbasiler döneminde, Abbasi ordusunda görev alan Türk ordusu için kurulan Samera kentinde güçlü bir resim okulu doğmuştur, buradan İran sanatını etkileyen usta sanatçılar yetiştirmiştir.

Selçukluların, Bağdat’ta kurduklar minyatür okulu da İran ve doğu minyatürünü etkilemeyi sürdürmüştür. Moğol istilasından sonra Timurluların, oradan da Babür İmparatorluğunun egemenlik alanlarında minyatür sanatının çeşitlenmesi ve zenginleşmesi, Anadolu’da Selçuklular, Beylikler v e Osmanlılarla gerçekleşmiştir.

İslam minyatürü içinde Türk etkisi, Arap ve Hint minyatüründen daha güçlüdür. Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleriyle birlikte Helenistik ve Bizans kültürüyle tanışma, Yunanca ve Latince eserlerin çevrilerek resimlenmesi, minyatürün konusun u ve anlatım üslubunu zenginleştirmiştir.

Uygur resminin etkisiyle başlayan Türk minyatür sanatı XII. yy’dan XVIII. yy’la kadar Doğu resminde çok önemli bir yer edinmiştir.

Nilgün Gencer

Türk Makam Müziği

Makam ve usûl yapıları, kendine özgü mikrotonal aralıkları ve ezgi tasarımları ile Türk Müziği, bir “makam müziği”dir. Bu bilimsel özelliğini öne çıkarmak ve diğer kültür-medeniyet müziklerinden farklılığını vurgulamak üzere ‘O’ daima, ‘Türk Makam Müziği’ olarak nitelenmeli, anılmalıdır. Ses aralıkları, ses cinsleri, makam dizileri, usûl yapıları ve özgün formları ile yüzyıllar içinde biçimlenen ‘makam sanatı’mız, birçok büyük bestekârlarımız eliyle dünya müzik tarihine armağan edilmiş, dünya şaheseri başyapıtlarla günümüze anlam yüklü bir miras olarak ulaşmıştır. Âdeta ‘kuyumcu terazisi ile altın tozu tartmak’ demek olan ‘makam sanatı’nın kendine has inceliklerini bilen, anlayan, icra eden, dinleyen insanların da yine kendine özgü yöntemlerle eğitilmeleri, yetiştirilmeleri gerekir.

Prof. Rûhî Ayangil

Hüsn-i Hat

Arapça kökenli olup, çizgi anlamına gelen hat, terim olarak Arap alfabesini estetik kurallara bağlı kalarak güzel yazma sanatı olarak tanımlanmaktadır. “Cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir hendesedir.”  şeklinde tarif edilen hat sanatı, Arap harflerinin 6. ve 10. yüzyıl arasında geçirdiği gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır. Türklerin hat sanatıyla Anadolu’ya geldikten sonra ilgilenmeye başladıkları tahmin edilmektedir. Bu alandaki en parlak dönem de Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşanmıştır. Hüsn-i hat sanatı, yüzyıllar boyunca usta-çırak ilişkisi içinde icazet geleneği sürdürülerek icra edilmiştir. 

Ma’kilî olan ilk İslâm yazısı kısa zaman içinde kûfî yazısı ile tekâmül etmiştir. Temel yazı olarak kabul gören kûfî yazısından hareketle aklâm-ı sitte (altı kalem) adı altında bilinen 6 ana yazı sınıflandırması bulunmaktadır. Bunlar; sülüs, muhakkak, tevkî, reyhânî, rikaa’ ve nesih’dir. Diğer yazı çeşitleri ise ta’lîk, divânî, celî dîvânî, rık’a, siyâkat, ma’kılî’dir. Türk hat sanatı, 1928′de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesiyle birlikte yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna gelmiştir.

Efdaluddin Kılıç